Son yirmi senede müslümanlar İslamdan yararlanabildi mi?

Anglikan kilisesi papazının İslam alimlerine sorduğu “İslam müslümanlara ne vermiştir” sorusuna İslam alimleri, “Fikre Tevhid hayata istikamet vermiştir” demişlerdir. Peki bizde bu sorunun tersinden soracak olursak, “Son 20 senede müslümanlar İslam’dan ne alabildiler” sorusu cevap beklemektedir.

Müslümanlar son 20 senede İslam’dan ne kadar yararlanabildiler, hayatlarına Kur’anın ne kadarını dizayn edebildiler. Kur’an müslümanların nasıl bir hayat sistemi kuracaklarına rehberlik etmek istiyorken, Müslümanlar da Kur’andan bihaber bir hayat kurmaya yada kurmamaya devam ediyorlar.

Bugün televizyonlarda sık sık emeklilerin maaşlarını alacakları banka reklamlarında bize gelin, emekli maaşlarını bizden alanlara 10 bin lira vereceğiz diye yarış ediyorlar. Müslümanlarda o banka bu banka koşuyorlar.
Rahmetli Timurtaş hocanın 1986 yıllarında o meşhur vaazlarında hep faiz konusunu işlemiştir. En düşük faiz anasıyla zina etmektir derken tehlikenin boyutunu açılıyordu. Yine o vaazlarında bankalara parasını yaptıranlara şunu söylüyordu: yahu bu faizcilere para yatırmak al sen büyü, sen güçlen bizi sen soy, hayduta ihramiye vermek gibidir derdi. Şimdide aynısı olmuyor mu. Tam üç sene maaşını seni sömüren hayduta teslim ol, o da sana üç senelik için şu kadar para versin. Yok böyle bir akıl kayması….

Devletlerde her yıl borç olarak almış olduğu paranın faizini öderler. Bu sene için ülkemiz 240 milyar lira faiz ödemesini bütçeye koydu. Faiz demek fakirden alıp rantiyeye aktarmak demektir. Ama bunun nasıl olduğunu ve devasa boyutunu hala Müslümanlar kavramış değil.
Bu ülkede fâizin insanlığı sömürdüğünü dert edinen ve bu uğurda çok gayretli çalışmalar yapan, Faize karşı Adil Düzen fikrinin babası Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dır. Erbakan siyasi ve içtimai, Timurtaş hocada cami kürsülerinden uyarmıştı bu milleti.

Şimdi geldiğimiz noktada, son peygamber gelen bir ümmet olarak, bize bırakılan iki rehberi (Kur’an ve, sünnet), dünyamızı daha yaşanabilir olsun diye kurmamız için emanet verilen rehberler son yirmi senede iyice unutuldu.

İyi bir hayat mı kurmak istiyorsun Kur’an oku ve anla. Öyle senede 10 kere hatim okuyorum değil, mealini oku ve yaşa. Zaten Kur’an dirilere gönderildi.

Müslümanlar son yirmi senede istikametini kaybetti. İstikametini kaybeden Müslüman her şeyini kaybetti. Türkler Buğdayı bile Ukranya’dan gelecek gemileri bekler oldular. İstikamet bozulunca ekinde bozuldu, asayişte bozuldu. Sınırlarımızda dost bir ülke kalmadı hepsi ile savaşır olduk.

Müslümanlar üç beş oy için geçmiş iktidarlara atıfta bulunarak bizden önce iki rakı fabrikası vardı biz geldik 18 fabrikaya çıkardık dediklerinde istikamet batıya doğru yol alıyordu.

Sokaklarda lgbtliler yürüdüklerinde yüzbinin üzerindeki ne diyanet mensubu ne de tarikat mensuplarından ses çıkabildi. Nasıl çıksın ki, oy vererek iktidara (peygamber makamı) taşıdıkları hükümet Tiran’a lgbt haklarını savunmak için Meclisten karar çıkartarak milletvekili göndermişti.

29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da Papa Innocent X (Haçlı Seferleri’ni başlatan papa) heykeli önünde  AB yasaları bizim yasalarımızdan üstündür diye imza atıldı. Ve o günün başbakanı Türkiye’yi AB öyle bir bağladık ki bir daha geri dönülmeyecek demişti.

Müslümanlar her yıl kıblemiz olan Kabe’yi ziyaret ederler, orada Lebbeyk… geldim yarabbi derler.
Bütün beşeri sistemleri, faizi, kötü ahlakı bıraktım ve sana geldim yarabbi derler… Müslümanlar faizli sistemi bırakıpta mı gitti acaba…

Şimdi Kur’anı Kerimden istikametle ilgili ayeti kerimelere bakalım.

Cenâb-ı Hak, istikâmet ehlini şöyle müjdeler:

“Şüphesiz; «Rabbimiz Allah’tır.» deyip sonra istikâmet üzere bulunanların üzerine melekler iner ve onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! Biz, dünyâ hayâtında da âhirette de sizin dostunuzuz. Gafûr ve Rahîm olan Allâh’ın bir ikrâmı olmak üzere, orada canınızın çektiği ve arzu ettiğiniz her şey sizin için hazırdır.» derler.” (Fussilet, 30-32)

“«Rabbimiz Allah’tır.» deyip sonra da istikâmet üzere bulunanlar için ne korku ne de hüzün vardır. Onlar, işlediklerinin karşılığı olarak cennette ebedî kalacaklardır.” (el-Ahkàf, 13-14)

İstikâmet ehlinin yolu “sırât-ı müstakîm”dir. Bu dosdoğru yola lâyıkıyla sülûk edebilenler hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmuştur:

“Kim Allâh’a ve Rasûl’üne itaat ederse işte onlar, Allâh’ın kendilerine lûtuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (en-Nisâ, 69)

Sırât-ı müstakîm, seçkin kimselerin yoludur. İstikâmetin esası da îman ve takvâdır. Bu ikisinin mahalli ise kalptir. Bu itibarla istikâmet, kalpte bulunan îman ve takvâ ile vücûdun yek-âhenk olmasıdır. Kalpteki îman, ihlâs ve îtidâl, istikâmeti sağlar ve dâimî kılar.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:“Dil istikâmet üzere olmadıkça kalp, kalp istikâmet üzere olmadıkça da îman müstakîm olmaz.” buyurmuştur. (Ahmed, III, 198)

Mü’min, şu fânî hayatta dâimâ müstakîm olmalı, hiçbir zaman hak yoldan sapmamalıdır. Şâir ne güzel söyler:

Korkma düşmandan ki âteş olsa yandırmaz seni!

Müstakîm ol, Hazret-i Allâh utandırmaz seni!

Beni Hud suresi ihtiyarlattı hadisi
Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e ve O’nun şahsında biz ümmetine şöyle buyurmuştur:

(Ey Habîbim!) Emrolunduğun gibi istikâmet üzere ol! Sen’inle beraber tevbe eden (mü’min)’ler de emrolundukları gibi istikâmet üzere olsunlar! Ve sakın aşırılığa kaçmayın!..” (Hûd, 112)

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu âyet-i kerîmeye işâretle:

“Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı…” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 56/3297; Kurtubî, IX, 107)

Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anh- bu âyetle alâkalı olarak şöyle demiştir:

“Kur’ân-ı Kerîm’de Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için bu âyet-i kerîmeden daha şiddetli bir hitap vâkî olmamıştır.”[1]

Buradaki hitap her ne kadar Nebiyy-i Zîşân Efendimiz’e ise de, O’nu bu kadar meşakkate sokan, sâdece şahsıyla alâkalı istikâmet endîşesi değildi. Zîrâ O:

“(Ey Habîbim! Sen) sırât-ı müstakîm üzeresin.” (Yâsîn, 4) te’yîd-i ilâhîsine mazhardı. O’nu ihtiyarlatacak kadar düşündüren husus, emrin mü’minlere de şâmil olması sebebiyle onlar hakkında duyduğu endişedir.

Dosdoğru ol
Süfyân bin Abdullâh -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“–Yâ Rasûlâllah! Bana İslâm’ı öyle bir anlat ki, onu bir daha başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim.” dedim. Efendimiz:

“–Allâh’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu. (Müslim, İmân, 62)

İstikâmet üzere olanlar
Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-’ın naklettiğine göre, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Şüphesiz; «Rabbimiz Allah’tır.» deyip sonra istikâmet üzere bulunanların üzerine melekler iner ve onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan Cennet’le sevinin!» derler.” (Fussilet, 30) âyetini okudu ve şöyle buyurdu:

İnsanlar, bunu hep söylediler. Ancak, sonradan ekserisi küfre düştü. Kim bu söz üzere ölürse, o kimse istikâmet üzere olanlardandır.” (Tirmizî, Tefsîr, 41/3250)

Yani istikâmet, insanın güzel hâlini hiçbir zaman bozmaması ve bunu ömrünün sonuna kadar devam ettirebilmesidir.

Kulluktaki istikâmet
Büyüklerden biri, arkasına odun yüklenmiş, güçlükle yürüyen bir ihtiyara rastladı. Onun hâline bakarak:

“–Ey ihtiyar! Senin rızık verici olan Allâh’a îtimâdın kalmadı mı ki, şu yaşında hâlâ bu mihneti çekiyorsun? Yoksa sana bakacak kimse yok mu?” dedi.

İhtiyar oduncu, muhâtabının mânevî idrâk eksikliğini gidermek için gözlerini semâya kaldırıp ellerini açarak:

“–Yâ Rabbi! Şunları altına dönüştür!” der demez odunlar altın oluverdi.

Bu kerâmeti gören zât, bu defa şaşkınlıkla:

“–Böyle bir mertebeye ulaşmış bir kimse, niçin odun taşıyor?” diye sordu.

İhtiyar oduncu dedi ki:

“–Evlâdım, bunu nefsimin beni kul olarak bilmesi ve kulluk dâiresinin dışına çıkmaması için yapıyorum. Zîrâ Hak katında makbûliyet, kulluktaki istikâmet nisbetindedir…”

Havada bağdaş kurup oturabilen birini görürseniz
Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh- şöyle der:

“Havada bağdaş kurup oturabilen birini görürseniz, o şahsın ilâhî emir ve nehiy hudutlarını koruduğunu, Sünnet’e tâbî olduğunu ve Hakk’ın hukûkuna riâyet ettiğini görmedikçe, bunun bir kerâmet olduğuna inanmayınız.”

Bana Kerîm lâzım, kerâmet değil!
Yine Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri şöyle anlatır:

Bir gün Dicle nehrinden karşı tarafa geçecektim. Yanına varınca Dicle’nin iki yakası, bana yol vermek için birleşti. Derhâl kendimi toparladım ve Dicle’ye şöyle dedim:

Andolsun ki, ben buna kanmam. Zîrâ sandalcılar bir adamı yarım akçeye karşıya geçiriyorlar. Ama sen, otuz senelik amelimi istiyorsun! O hâlde mahşer için hazırladığım amel-i sâlihlerimi aslâ burada yarım akçe karşılığında ziyân edemem. Bana Kerîm lâzım, kerâmet değil!”

Dikkat: düzenin yemlerine atlıyor muyuz yoksa başta denildiği gibi İslam hayatımıza istikamet vermiş midir!

 

 

44 views

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir